4 Şubat 2016 Perşembe

The Experiment

Film: The Experiment (Deney)
Yönetmen: Paul Scheuring
Yıl: 2010 - ABD

     1961 yılında Yale Üniversitesi'nde yapılan Milgram Deneylerini hatırlarsınız. Yapılan deneyler otoriteye koşulsuz itaatin söz konusu olduğunu göstermişti. Ve yapılan deneyler insanlara giydirilen rollerin bireyi gerçek benliğine ne kadar zamanda ve ne ölçüde yabancılaştıracağının tespitiydi. Yöneten ve yönetilen rollerin kişileri ne ölçüde etkileyeceği ile ilgili bu çalışma çarpıcı sonuçlar verdi. Çünkü insan ruhu çok fazla şey saklar ve uygun bir ortam oluştuğunda en medenimizin içinden bile bir canavar çıkmasının mümkün olduğunu gösterdi. Benzer deney Stanford Üniversitesî'nde yapıldı. Stanford Hapishane Deneyi adıyla bilinen bu çalışma da mülakatla seçilen kişilerin bir kısmı gardiyan bir kısmı mahkum oldu. Fiziksel şiddet hariç herşey serbestti. Birinci aşamada taraflar birbirini tarttı. Yönetenler ne kadar ileri gidebileceklerini test ederken yönetilenler neyi ne kadar kaldırabileceklerinikestirmeye çalıştı. Zaman geçtikçe herşey daha çarpıcı ve ürkütücü bir hal aldı. Denenen cazaların sonuç vermesi değişimi daha da hızlandırdı. Yönetenler kendine daha otoiter bir hava verme adına traşını değiştirip sert ve umursamaz bir hava takındılar. Hapishanede ki ilişkiler sert bir havadan vahşete doğru evrildi.Kabadayılar korkak, erdemliler ahlaksızlaşmaya başladı. Bazı yöneticiler daha fazla acımasızlaştı. Ve bunların iktidarsız olduğunu öğrendik. Meğer mahkumlara yaptıkları işkenceler onu cinsel yönden uyarmıştı. Tıpku baskıcılık ve cinsellik arasında tuhaf ilişkinin yaşadığı seri katiller gibiydiler.  Psikoloji bölümünde yapılan bu deney maalesef sonlandırılmak zorunda kaldı. Katılımcı öğrenciler ciddi psikolojik rahatsızlıklar yaşamıştı. Hatta bazı gardiyanlar sadistik davranışlarından ötürü yargılandı.

     Güç yozlaşmasını gözler önüne seren bu deneyden ilham alınarak Mario Giordano 'Deney Kara Kutu' kitabını yazdı. Yine 2001 yılında Alman yapımı Das Experiment ve nihayet örneğini verdiğimiz 2010 yılında Hollywood uyarlamasıyla The Experiment vizyona girdi.

    Filmi seyretmeden önce bahsettiğimiz deneyleri YouTube den seyretmenizi öneririm. Sinema Seyircisi iyi seyirler diler. (Not:  Mehmet Sait'in Ocak ayında yayımlanan Nokta dergisinde 'Canavarlarla Yüzleşmek' başlıklı yazısından yararlanılmıştır.)



3 Şubat 2016 Çarşamba

The Hateful Eight

Fim: The Hateful Eight
Yönetmen: Quentin Tarantino
Yıl: 2016 - ABD

     Son zamanlarda soluksuz izlediğim en iyi film. Bir Amerikan western filmi olan The Hateful Eight Tarantinonun 8. filmi. Senaryosunun çalınması ile çekilmesi iptal olan ancak Tarantino nun senaryoda değişiklikler giderek tekrar hazırlayıp çektiği filimi. İyi ki de kızgınlığı dinmiş diyelim.

     Sizde mutlaka bu ihanet ve aldatmaca içerisinde yerinizi almalısınız. Ancak filme başlamadan önce içeceğinizi, yiyeceğinizi yanınızda bulundurmayı unutmayın çünkü bu 167 dakikalık kar ve kanın birbirine karıştığı filmin karşısından bir saniye olsun ayrılamayacaksıznız. Abartmıyorum, bir de o nakış nakış örülen diyalogları ve bu filme gidecek en iyi müzikleri dinlerken deymesin keyfimize dedirtecek bir baş yapıt. Sinema seyircisi iyi seyirler diler.

2 Şubat 2016 Salı

POETRY

Film: Poetry (Shi) ( Şiir)
Yönetmen: Chang Dong Lee
Yıl: 2010 -  Güney Kore

     66 yaşındasınız. Yeni bir hastalığınız var, Alzheimer. Çocuğunuz arkadaşlarıyla genç bir kıza tecavüz ediyor. Genç kız  bu işkenceye karşılık köprüden atlayarak çamurlu nehrin derinliklerinde yaşamına son veriyor... Ve siz o çocukların aileleriyle bir araya geliyor onları kurtarmak için para topluyor ve kızın annesini susturuyorsuznuz. Bunu isteyerek ya da istemeyerek de olsa yapıyorsunuz. Çocuğunuz ise yaptığı şeylerden halen bihaber. Bencil, hissiz ve koca bir aptal. Ve siz bu kötülüklere inat içinizdeki saflığa yolculuğa kalkışıyorsunuz.  Bir elmaya bile aşkla şiirler yazacak saflığa. Nitekim etrafınız kokuşmuş, virüs gibi sizi içinize sızmış ve kötülükten payınıza düşenle meşgul etmiş. Ve siz artık çaresizsiniz. Güç karşısında ezilen. Karşı koyamayan. İçinizde açılan yaraları kapatma uğraşındasınız. Hem de tüm kelimeleri hafızanızdan çıkaran bir hastalık halindeyken.

     Güney Kore filmlerinden yine harika bir film. Kadının erkeğe, hafızanın unutkanlığa, saflığın suça karşı mücadelesini anlatan, vicdanın sesine kulak kabartmayı hatırlatan güzel bir fim. Ödüllerle dolu bu filmi izlemeniz umuduyla Sinema Seyircisi iyi seyirler diler.



1 Şubat 2016 Pazartesi

Baba Bizi Eversene

Film: Baba Bizi Eversene
Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Yıl: 1975 - Türkiye

1 Şubat 2016. 17 yıl önce bugün Barış Abimizi hakkın rahmetine uğurladık. O günden beri ne şarkıları ne programları ne de mizahı eskidi. Çocuklarımıza bırakacağımız güzel şeylerden biri de Barış abinin bir zamanlar aramızda olduğunu söyleyip onu tanıtmak olacaktır. Mekanın cennet olsun güzel insan.

Fathers and Daughters

Film: Fathers and Daughters ( Babalar ve Kızları)
Yönetmen: Gabriele Muccino
Yıl: 2015 - ABD

     Annelerinin ölümüyle tek başına kalmış baba ve kızın güçlü duygusal bağını konu alan film. Baba kazadan sonra akli sorunlar yaşar. Uzun bir süre akıl hastalıkları hastasine yatmak zorunda kalır. Ancak bu durum baba ve kızın arasında oluşan kuvvetli bağı sarsmaz. Aralarında ki bağ koca bir çınarın kökleri kadar güçlü gibidir. Yaşadıkları sorunlar bir bahar misali yaprak dökümünden ibarettir. Baba işlerinin kötü gitmesinden dolayı ekonomik sorunların ortasına düşer. Psikolojik sorunları tekrar ortaya çıkar. Büyük krizler yaşar. Çocuğunun elinden alınmaya çalışılmasına karşı mücadele eder. Bir yandan da kızına olan sevgisinin ne kadar da derin ve kıymetli olduğunu gösterebilmek için güncelerce romanı üzerinde çalışır. Nitekim bir gün hayat son bulur. Baba edebiyat camiasında büyük ses getiren kızına ithafen yazdığı eserini sonlandırdığında yaşamdanda sonlanır. Küçük kız için büyük tramvalar başlar. Sevdiği herşeyi kaybetmenin yüküyle sevgi hissini yitirir. Kimseye bağlanmaz ya da bağlanamaz. Bedenine ve ruhuna eziyetlere girişir. Sorunları daha da büyür. Babasına olan özlemi her geçen gün kapatamayacağı yaralara döner. Ta ki babası gibi bir adam karşısına çıkana kadar.

    Yönetmenin Umudunu Kaybetme filmini izlemeyen yoktur sanırım. Orada anlatılan baba ve oğul burada yerini baba ve kıza bırakır. Aslında hikayesinde çok büyük farklar yoktur. Yeşilçamdan alıştığımız bir hikayedir. Yine de izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum. Özellikle Russel Crowe Amanda Seyfried Aaron Paol gibi oyuncuların
yanında küçük oyuncunun performansı görülmeye değer. Öneri olarak Nickelback in Never Gonna Be Alone şarkısının klibini izlemeniz tavsiyesiyle. Sinema Seyircisi iyi seyirler diler.